Her birey kendi refahından sorumludur ve bireyin bu süreci bütün toplumun refahını etkiler. Ancak savunulan “BEN” salt kendimiz değilizdir. Farklı bireylerin birlikte yaşayabildiği, eşit ve diğerlerine saygı gösterdiği bir toplumsal yaşam kültürünü geliştirdiği, düşünen, sorgulayan, üreten ve çözümün bir parçası olan bireylerle ancak “BİZ” olabiliriz.
Hayatın pek çok alanında birlik ve beraberliğe her zaman ihtiyaç duyuyoruz. Dönem dönem de bunu hemen herkes bir kere dile getiriyordur eminim. Ancak bu “birlik ve beraberlik” söyleminin içini doldurabilmek, bu kavramı eylemlerle desteklemek gerektiğine inanıyorum.
Portekiz Halk Masalı olan Stone Soup’tan şöyle bir alıntı okudum:
Yabancı köyün ortasında bir ateş yakar, kuyudan su çeker ve içine çantasından çıkardığı taşı atar. Bunları yaparken bir yandan da kendi kendine konuşmaya başlar; “Nefis bir çorba bu, harika olacak, keşke bir parça kabak da olsaydı”. Bu arada bütün köy halkı evlerinin penceresinden gizlice yabancının çorba yapışını merakla seyretmektedir. Köydekilerden biri evinden küçük bir kabağı korka korka yabancıya getirir. Yabancı kabağı alır ve çorbanın içine koyar. Tekrar kendi kendine konuşmaya başlar; “Harika bir taş çorbası bu, kabakla çok daha leziz oldu, keşke biraz da havuç olsa”. Köylüler yavaş yavaş evlerinden çıkarak kendilerine sakladıkları sebzelerden ufak parçalar getirmeye başlarlar. Yabancı bütün sebzeleri alır ve kaynattığı taş çorbasının içine doğrar. Bir yanda çorbanın harika olduğunu söylemeye devam eder. Sonunda çorba pişer ve yabancı tüm köylülere evlerinden tabak getirmelerini söyler ve hep birlikte çorbayı içerler. Çorba çok güzel olmuştur. Herkes şaşkındır. Ortada hiç bir şey yokken bir anda bir taş sayesinde nefis bir çorba yapılmış ve aç olan herkes doymuş. Uzun zamandır bir araya gelmeyen insanlar ateşin etrafında konuşmaya başlamıştır. Köylüler bu güzel günü yeniden yaşamak için yabancıdan elindeki sihirli taşı satmasını ister. Yabancı taşı asla satmayacağını belirtir ve ertesi gün köyden ayrılır. Dönüş yolunda çocuklar yabancıyı beklemektedir. Yabancı çantasından taşı çıkarır ve en genç olanına taşı verir; “Sihir taşta değil. Bu sıradan bir taş, köye girerken yolda bulup heybeme atmıştım. Asıl sihir köylülerde, mucizeyi onlar gerçekleştirdi. Sen de artık yeni bir mucize gerçekleştirebilirsin” der.
Birer parçası olduğumuz parti, dernek, sendika, takım, komite, grup, şirket, örgüt gibi yerlerde ortak hedefler, çıkarlar, amaçlar için birlikte hareket etmek, birbirinin eksiklerini tamamlamak; kısaca istenilen birlikteliği oluşturmak oldukça zor maalesef. “BEN” iken, “BİZ” olabilmek için ilk adımın atılmasını beklemeye gerek yok.
“BİZ” kavramının içini doldurmak, “Biz” olabilmek üzere bir yaşam alanı yaratmak için arkamıza bakmak aslında yeterlidir.
Toprağın vatana, halkın millete dönüşmesinin en güzel örneğini tarihte 16 imparatorluk kurma yeteneğine sahip Selçuklu ’da, sonra Osmanlı’da ve en son küllerinden kendini var eden Türkiye Cumhuriyetinde gösterebilmiş bir milletiz.
Bu “BİZ” olabilmenin kudretidir.
Bu kudret sayesinde tarihte Moğollardan Haçlılara kadar hiçbir istilanın ve içeride hiçbir hain düşüncenin emeline ulaşamamasında tek vücut olmuş zihinleri ve gönüllerinde bir olmuş, “BİZ” olabilmiş olmak yatmaktadır.
Malazgirt’ten Sakarya’ya aynı toprağa bir hilal uğruna can vermişiz, horonuyla, halayıyla, zeybeğiyle kol kola, omuz omuza oynamışız. Her bayram Laz, Çerkez, Türkmen, Kürt demeden büyüklerin ellerinden ve küçüklerin gözlerinden öpmüşüz. Bir olmuşuz, hür olmuşuz; Türk Milleti olmuşuz. Emperyalizmin kurtuluş mücadelesini verdiğimiz yıllar dahil, yüzyıllardır hayallerinde olmak üzere ne hainler, ne ikiyüzlüler, ne uşaklar bertaraf etmiş, kardeşliğimize, ülkemizin bütünlüğüne uzanan ne eller kırmış, bir millet olduğumuzu unutmamak gerekir.
Bugünlerde Türk’ün geçmişinde de yaşadığı, ateşle imtihanlarından bir dönemdir. Yedi düvelin her türlü oyunla maşaları hainlerle yıkamadığı, bölemediği, kardeşi kardeşe kırdıramadığı için yeni hileler, yeni oyunlar peşinde olduklarını gördüğümüz bir dönemdeyiz. Bu dönemde “BİZ” olmak, Türk Milleti olmakla ancak ayakta kalabileceğimizi unutmamalıyız!
Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, milletçe atalarımızın verdiği vatan, bayrak mücadelesini bir kez daha idrak etmeli, bu bilinci gençlerimize aktarmalıyız. Cennet vatanımızın komşularında yaşanan savaşlar ve buna bağlı olarak insanların yaşadıkları zulümler bize dirlik olmanın, birlik olmanın önemini bir kez daha en dramatik şekilde anlatmaktadır. Şeytanın en büyük numarası; kendisinin yok olduğuna inandırmasıdır. Düşmanın en büyük kötülüğü; bizi kontrolsüz bırakmaya çalışması, orta ve uzun vadede selametimiz olacak kararlara engel olması, bizdeki o “BİZ olabilme” yetisini körleştirmeye çalışmasıdır. Bizi bloke ederek, mücadele ettiğimizi zannettiğimiz vakaları kendi lehine bize yaptırmaya çalışmasıdır.
Şunu iyi bilmeliyiz ki; “Vatan varsa biz varız, bayrak dalgalandıkça insanca yaşayabiliriz”. Biz bağımsızlığın ne olduğunu ecdadımızın, yüz binlerce şehidimizin kanlarıyla yazılan şanlı tarihimizden öğrendik ve bunu hiç unutmayıp, unutturmamız gerekir!